Pir Sultan Abdal ve Hızır Paşa

Bismillahirrahmanirrahim. Bismişah Allah Allah.

Sevgili canlar cümlenize aşkı niyaz ediyor, aşkı muhabbetle sizleri selamlıyorum. Bir Muhabbet Deminde daha bir aradayız.  Gönül arzu ediyor ki bütün kâinat, bütün cihan muhabbetle dolsun taşsın ve biz bu muhabbet deryasında, bu muhabbet ummanında iliklerimize kadar ıslanalım da kin, nefret, öfke gibi nefsimize bize baskı yapan bu duyguların kalbimizde yer edinmesini engellemiş olalım. 

Günlerden bir gün Yıldızeli’nde, Banaz Yaylası’nda, Pir Sultan Dergahına Hafik/Sofular’dan bir talip gelir; talibin adı da Hızır’dır.  Dergâha gelip yola, erkana ve Pir’e ikrar verip yola ve erkana talip olmak arzusunda olduğunu söyler. Orası Hak kapısıdır, o dergâh Hak dergahıdır. Gelene git, gidene de kal denilmez. Elbette onun için içeriye davet edilir ve kendisine yolun ve erkanın esasları oradaki dervişler, çelebiler tarafından anlatılmaya çalışılır. Gel zaman git zaman Hızır çok çabuk öğrenmektedir, çok hırslıdır ve bu hırsı da ciddi derecede hissedilmektedir. Bu hırsı sayesinde, bu gayreti sayesinde belli bir mevkiye, belli bir mertebeye kadar çıkar dergâhta. Günlerden bir gün Pir’inin huzuruna gelip bir maruzatının, bir derdinin olduğunu ve bunu da arz etmek istediğini söyler; kabul edilir huzura. Pir’inin huzurunda durur, kendisine göre hürmetlerini ifade ettikten sonra der ki; “Pirim bana müsaade buyurun, bana destur verin, ben Dersaadet’e gideyim. İstanbul’a Asitane’ye gideyim; orada mektep medrese, Enderun’da ilim irfan öğreneyim. Ondan sonra oradan elde ettiğim mevki ile, makamla geleyim ve memleketime, halkıma, insanlarıma hizmet edeyim”, şeklinde niyazda bulunur. Pir odur ki; mürşit odur ki, talibinin kalbine baktığı zaman onun kalbindeki marazları görsün, hissetsin, anlasın ve o marazları tedaviye gayret etsin. Pir dediğin budur, gerçek bir veliyse eğer: Pir Sultan Abdal’ın kendi nefesinde ifade buyurduğu gibi: 

Viran bahçelerde bülbül öter mi 

Gönül eğlencesi gül olmayınca 

Merhemsiz yaralar biter mi 

Bir gerçek Veli’den el olmayınca 

Sizin bedeninizde bir rahatsızlık olsa, doktora gidersiniz. O size bir tiryak verir, bir macun verir, bir ilaç verir, bir deva verir. Siz onu kullanmak suretiyle bedeninizdeki o yaradan, o illetten, o dertten kurtulursunuz. Peki kalbinizde kin varsa, nefret varsa, hırs varsa, öfke varsa, tamah varsa, buna hangi ilacı bulacaksınız? Hangi tıp uzmanı sizin bu derdinize deva olacak? Elbette ki bir gerçek veliye gideceksiniz, bir ulu mürşidin destinden ve dameninden tutacaksınız ki; o da sizin manevi marazınıza, manevi illetinize ve dertlerinize çare bulsun. Ha bulmuyorsa ve bulamıyorsa o zaten sizin piriniz değil demektir; sizin gönlünüzün kapısının anahtarı başka pirde demektir. Hani hatırlayın Yunus Emre, Hacı Bektaş Dergahına gider de buğday ister. Pir de ona der ki:’’ Sana buğday yerine nefes vereyim’’. Yunus da o anlık düşünemez ve der: ‘’Köylü açtır, halkımız insanlarımız açtır, sen bize buğday ver’’ der. Israr eder ve buğdayı alır da ondan sonra yolun yarısında aklı başına gelir. Geriye döner: ‘’ Pirim ben hata ettim, bilemedim, sen bana nefes ver’’ deyince bir Hünkâr Hacı Bektaşi Veli de der ki: ‘’Senin gönlünün kapısının anahtarı artık Taptuk Emre’de, var git ondan al’’ der. O da o dergâhtan Taptuk’un dergahına gider.  

Taptuğun tapusunda 

Kul olduk kapısında 

Yunus miskin çiğ idik 

Piştik Elhamdülillah.

Ruhu dergâhta pişer, hamdım piştim yandım der. Hakkın aşkıyla yanar tutuşur ve etrafındaki insanları da aydınlatır.  

Pir Sultan Abdal bakar talibinin kalbine. Talibinin kalbinde hırs var, bir yönüyle haset var, bir yönüyle dünyanın makamına mansıbına meyletme var, bir yönüyle kanaatsizlik var. Tabii bunları hemen ilk etapta ifade etmez. Ama der ki:’’ Hızır sen bu dergâha geldin ve burada hizmet ediyorsun, halka hizmet ediyorsun. Biliyorsun ki halka hizmet Hakk’a hizmettir. Sen bu dergâhta hizmet et, burada elde edeceğin makam Enderun’da okuyup da elde edeceğin payeler ve makamlardan çok daha kıymetlidir. Oradaki makamlar sana dünyayı zenginleştirir. Burada elde edeceğin makamlar ise sana Ulu Divanda ahireti zenginleştirir’’ dediği halde Hızır’ın içinde hırs var ya, içinde bir yönüyle haset var ya: ‘’ Pirim haklısınız, elinizi ayağınızı öpeyim, bana müsaade edin, ben Dersaadet’e gideyim Asitane’ye gideyim, İstanbul’a gideyim, mektep medresede eğitim alayım ondan sonra makam mevkiim olsun, kalkayım geleyim, halkıma hizmet edeyim’’. Pir bakar ki Hızır’ın gittiği yol çok korkunç, çok tehlikeli, çok kötü bir yol, tabir yerindeyse son kurşununu atar. Pir Sultan Abdal der ki: ‘’Hızır ben korkarım ki sen İstanbul’a gidesin, sonra da gelip Pirini asasın’’. ‘’Haşa Pirim böyle bir şey söz konusu olabilir mi, öyle bir şeyin imkânı mümkünü var mı? Ben elinizi ayağınızı öpeyim, siz bana yolu Erkan’ı öğrettiniz. Ben gideceğim, bu makam mansıpları elde edeceğim, ta ki gelip size hizmet edebilmek için’’ deyince bakar ki Pir Sultan Abdal, illa da ısrar ediyor. Hatırlayın ki sevgili canlar burası, bu dergâh hak kapısıdır, gelene git gidene de kal denilmez. Pir Sultan Abdal da diyor ki: ‘’Madem böyle ısrar ediyorsun haydi git bakalım’’. Ve Hızır o dergâha geldiği gibi dergâhtan döner, arkasına bir daha bakmadan, hızlı hızlı adımlarla, koşar adımlarla dergâhtan uzaklaşır. Pir Sultan Abdal mahzun bir kalp ile mahzun bir gözde onu seyreder. Hızır da arkasına dahi bakmadan dergâhtan uzaklaşır. Uzaklaşmasına ama bakın Pir Sultan Abdal pirimiz o talibin dergâhtan uzaklaşmasını bize nasıl ifade eder: 

Güzel aşık cevrimizi çekemezsin demedim mi 

Bu bir rıza lokmasıdır yiyemezsin demedim mi 

Yemeyenler kalır naçar 

Gözlerinden yaşlar saçar 

Bu bir Demdir gelir geçer 

Duyamazsın demedim mi 

Bu dervişlik bir dilektir 

Bilene büyük devlettir 

Zensiz yakasız gömlektir 

Giyemezsin demedim mi 

Çıkalım meydan yerine 

Varalım Ali sırrına 

Canı başı hak yoluna 

Veremezsin demedim mi 

Pir Sultan’ın Ali Şah’ımız 

Hakka ulaşır ahımız

On iki imam katarımız 

Uyamazsın demedim mi. 

Sevgili canlar, ikrar vermek mesele değil herkes ikrar veriyor. Mühim olan verdiği ikrarda sıtkı sadakatle durabilmektir. Bu yol öyle herkese nasip olmaz, bu yol her kişinin değil er kişinin hakkıdır. Bu yolu hak etmek lazım, ceht ve gayret etmek lazım. Hızır’da bu yoktu ve bu yol ona nasip olmayacaktı ve de nasip olmadı zaten. 

Gel zaman git zaman Hızır gitti, Enderun’da hırsının ve hasedinin de kendisine verdiği enerjiyle, Beylerbeyi sıfatıyla beylerbeyi ünvanıyla geldi. Sivas bölgesine koca bir vali oldu; sadece Sivas’a değil Tokat’ından Malatya’sına kadar o coğrafyanın beylerbeyi, eyalet valisi oldu. 

Günlerden bir gün Banaz Yaylası’nda Pir Sultan Dergâhına bir haberci gelir. Hızır Paşa’nın Pir Sultan’ı vali konağına davet ettiği haberini verir ve dergâhtan ayrılır. Pir Sultan Abdal da elbette ki ne yapacak, yanına dergâhtan iki tane it alır. (Bizim Anadoluda köpeklere it derler sevgili canlar ve onun kendinden bilir; yani onunla mahallesinde, sokağında, bahçesinde beraber yaşadığı, bildiği için it diye tabir eder). Bunların birisinin adı Karakadı diğerinin adı da Sarıkadı’dır. Bu iki tane iti yanına alır, yolculuğuna başlar Pir Sultan. Gel zaman git zaman, Sivas’a ulaşır, vali konağına varır. Gelir Hızır Paşa onu avluda karşılar, hürmet edecek ya hesapta. Onun için avluda karşılar, hemen hürmet eder: “Pirim hoş geldiniz, sefalar getirdiniz, ayağınızı bastığınız toprağı gözüme sürme diye çekeyim” böyle binbir türlü lafları söyler, elini öpmeye çalışır. Pir Sultan Abdal elini öptürmez. Hızır’ın bir aralık gözü bizim itlere takılır, derken hemen işaret eder: ‘’Şu itlere bol bol et getirin verin yesinler’’ der. Hemen koşup giderler, et getirirler önlerine atarlar. Böyle güzel, leziz, semiz etlere bizim itler hiç burnunu bile kıpırdatmazlar, hiç o tarafa doğru meyletmez, bakmazlar.  Hızır Paşa der ki “Pirim bu itlerin karnını iyice doyurmuşsunuz herhalde, bakın hiç şey yemiyorlar, ete meyletmiyorlar” deyince Pir Sultan ‘’ Yok, dergâhtan çıktım çıkalı hiçbir şey girmedi ağızlarına’’. “Baksana önlerine et tattık hiç demiyorlar” der Hızır Paşa.  Pir Sultan Abdal “Hızır Paşa, ne çabuk unuttun, bizim dergâhın itleri haram lokma yemezler”.  

Sevgili canlar biz öyle bir yolun talibiz ki itleri bile haram yemiyorlar; varın ötesini siz düşünün.  

Hızır tabii bundan biraz alınmasına alınır da bir şey diyemez. “Pirim sizi buraya kadar yordum zahmet verdik; bana çok baskı yapıyorlar Dersaadet ten, İstanbul’dan, Payitaht’tan. İçinde Şah kelimesi geçen deyişler söylüyormuşsunuz, siz bundan sonra içinde Şah kelimesi geçen deyişler söylemeyin, sizden istirhamım budur. Çünkü ben çok baskı altındayım” diye yakınır. Pir Sultan Abdal hiç karşılık vermez ve ayrılır konaktan, ayrılırken söyle der:

Kul olayım kalem tutan ellere 

Kâtip arzuhalim yaz Şaha böyle 

Şekerler ezeyim şirin dillere 

Kâtip arzuhalim yaz Şah’a böyle

Sivas ellerinde sazım çalınır 

Çamlı beller bölük bölük bölünür 

Dosttan ayrılmışım bağrım delinir 

Kâtip arzuhalim yaz Şah’a böyle. 

Tabii Hızır Paşa bunu da duyar haber gönderir bu sefer dergâha.  ‘’Prime hürmet ederim, ellerinden öperim (bin bir türlü yine böyle iltifatların bini bir para içinde) Şah kelimesi geçen deyiş söylemesin. Çünkü ben çok baskı altındayım zor durumdayım’’.  Bu haberi duyduğunda Pir Sultan Abdal bakın ne söyler: 

Karşıdan görünen ne güzel yayla 

Bir dem süremedim giderim böyle 

Ela gözlü Pirim sen himmet eyle 

Ben de bu yayladan Şah’a giderim 

Alınmış abdestim aldırırlarsa 

Kılınmış namazım kıldırırlarsa 

Sizde Şah diyeni öldürürlerse 

Bende bu yayladan Şah’a giderim.

Bunu söyleyince artık Hızır Paşa hesapta böyle kendi yalanından istemeye istemeye de olsa Pir Sultan Abdal’ı hapsettirir. Alır getirir zindana atar, zindana atınca hemen talipleri gelirler. Derler ki; ‘’Pirim biz bir savunma hazırlayalım.  Biz Haklıyız; yolumuzu, erkanımızı anlatıyoruz. Bizim kimseden söylediğimiz bir şey yok’’ deyince taliplerine ne der biliyor musunuz? Taliplere der ki sevgili canlar 

Bende bu dünyaya geldim sakinim 

Kalsın benim davam divana kalsın 

Muhammed Ali’dir benim vekilim 

Kalsın benim davam divana kalsın 

Yorulan yorulsun ben yorulmazam 

Derviş makamından ben ayrılmazam 

Dünya kadısından ben sorulmazam 

Kalsın benim davam divana kalsın.

‘’Dünya kadıları benim derdimi davamı bilmez. Ben Ulu Divanda, Mahkemeyi Kübra da hakimlerin hâkimi olan Hakka davamı sunacağım’’ der. 

 Hızır Paşa haber gönderir, özür dilerse kendisinin affedileceğini söyler. Aynısı İmam Hüseyin’e, O’nun Dedesine de söylemişlerdi. Biat ederse kendisini affederiz, bağışlarız. O nasıl elinin tersiyle itti ise, Pir Sultan Abdal da elinin tersiyle onu iter ve artık bu dünyadan göçüp gideceğini anlayacağı için şunu söyler sevgili canlar:  

Hızır Paşa bizi berdar etmeden 

Açılın kapılar Şah’a gidelim 

Siyaset günleri gelip yetmeden 

Açılın kapılar Şah’a gidelim 

Çıkarım bakarım kale başına 

Mümin müslümanlar gider işine 

Bir ben mi düşmüşüm can telaşına 

Açılın kapılar Şah’a gidelim 

Pir Sultan Abdalı alırlar. Rivayet odur ki önce vücudunun yarısına kadar toprağa gömerler ve her geçen buna bir taş atsın derler. Her geçen ona bir taş atar istemeye istemeye de olsa. En son onun musahibi Ali Baba gelir.  Ali Baba şöyle bir bakar musahibine, mahzun bir çehreyle, mahzun bir gözle. Ondan sonra bir tane gül atar, boynunu büker, başını eğer ve gider. Pir Sultan Abdal bakar musahibinin yaptığına. Ondan sonra da belki son deyişini, son nefesini söyler. Der ki:

Şu kanlı zalimin ettiği işler 

Garip bülbül gibi zar eder beni 

Yağmur gibi yağar başıma

Taşlar ile dostun fiskesi yaralar beni;

 O taşlar başıma yağar onların bana bir etkisi olmaz da illa o dostun, o musahibin, o yârin, o yârenin, o bir fiskesi var ya o işte o benim kalbimi yaralar. Ondan sonra da sitemini söyler:

 Dar günümde dost düşmanım belli oldu

 On derdim var idi şimdi elli oldu 

Ecel fermanı boynuma takıldı

 Gerek asa gerek vuralar beni

 Nasıl ki Hallacı Mansur şehit edildi, nasıl ki Seyyid Nesimi’nin derisi yüzüldü. E ne yapacağız o zaman yani yapacağımız şey. Bu yola, bu erkana ser vermek, ama sır vermemektir. Yapacak da bir şey yok bundan başka. Ondan sonra da der ki:

 Pir Sultan Abdal’ım can göğe ağmaz 

Haktan emrolmazsa rahmet yağmaz

 Şu ellerin taşı hiç bana değmez

İlle dostun gülü yaralar beni.

 Der musahibine de bu sitemi yaptıktan sonra nasıl ki özünü dara çekerler ya, dar meydanında özünü dara çeker ve bu dünyadan göçüp gider sevgili canlar. Ama onun uyandırdığı çerağ, onun aydınlattığı çerağ, kıyamete kadar yanar ve yakılır. Bir de o çerağlar kalbimizi, gönlümüzü aydınlatır.

 Cenabı Hak pirlerin, mürşitlerin, aşıkların, sadıkların yollarından erkanlarından ayırmasın. Nuru nebi, Keremi Ali, Pirimiz Üstadımız Hünkar Hacı Bektaşi Veli. Evliya keremine gerçekler demine Hü!