Bismillahirrahmanirrahim. Bismişah Allah Allah. La ilahe illallah Muhammeden Resulullah. Aliyyen veliyullah, mürşidin Cemalullah hutbeyi devran duası Oniki İmam.
Gönül birliğine, can birliğine, gönülden diyelim; “Allah! Allah!” Muhammed Ali pirimiz, üstadımız Hünkâr Hacı Bektaşi Veli saklaya bekleye göre gözete. Ne edeyim neyleyim dedirtmeye. Hastalara şifalar, dertlilere devalar, borçlulara edalar, evlat isteyene hayırlı evlatlar, devlet isteyene hayırlı devletler nasip ederek; sahrada, denizde, dağda, top tüfek altında kalıp; “Ya Ali canımıza yetiş” diyenin canına yetişesin. Cümle ümmeti Muhammed’in, eşimizin, dostumuzun, talibimizin, muhibbimizin ağız tatlarını bozmaya. Daim bu günlere çıkmamızı erişmemizi nasip eyleye. Yolumuzu yolsuza, pirsize, uğursuza, arsıza uğratmaya. Bizi hak erenlerin darından, On iki imamın katarından ayırmaya. Seksen bin Anadolu Ereni, Doksan Bin Horasan Piri, yüz bin Gâ’ib Erenleri hayır himmetleri üzerimizde hazır ve nazır ola. Dil bizden, nefes pirden, duası bizden, kabulü yüce Allah’tan ola. Ali baş, Hızır da yoldaşımız ola. Gerçeğe Hü, Mümine ya Ali, ya Allah ya Muhammed.
Yazinin devami asagida…
Sevgili canlar cümlenize aşk-ı muhabbet ediyorum. Saygılarımı selamlarımı sunuyorum. Cenab-ı Hak bizleri birlikten ve dirlikten ayırmasın. Yoldan, erkândan, katardan ve didardan ayırmasın. Beraber bir muhabbet deminde, bir muhabbet zamanında yine birlikteyiz ve beraber muhabbet edeceğiz.
Ama sevgili canlar, muhabbet etmeden önce bazı hususlar var ki; onları sizinle paylaşmak istiyorum. Ben size birkaç tane soru soracağım. O soruların cevabını biz vermeyeceğiz. O soruların cevabını bu yolun pirleri, mürşitleri, aşıkları, sadıkları verecekler. Soruları biz soracağız; cevabı da onlar verecekler. Beraber can kulağımızla dinleyeceğiz. Çünkü sevgili canlar bizim muhabbetimiz ten kulağı ile dinlenir; cankulağı ile duyulur, ama cankulağı ile dinlenilmezse muhabbetin hakkı verilmez. Çünkü ten kulağı bazı sesleri duyar, bazısını duymaz. Ama cankulağı duyulması gerektiği şekilde duyar. O yüzden sevgili canlar, bizim muhabbetimizin ten kulağıyla değil cankulağı ile dinlenmesi gerekir. Can gözüyle bakılması, görülmesi gerektiği gibi cankulağıyla da dinlenmesi gerekir.
Aşk ile muhabbet yolunda yolumuza bir başlayalım. Bakalım kervanımız, katarımız bizi nereye götürecek. Şimdi sevgili canlar, milattan önce 400’lü 500’lü senelerde yani günümüzden aşağı yukarı 2500 yıl evvel yaşamış, Yunan bilginlerinden, daha doğrusu İyonya medeniyetinin bilginlerinden Epiktetos’un bütün insanlığa örnek olabilecek bir tavsiyesi, bir emri var. Epiktetos diyor ki; “Ey insan kendini bil! ” Demek ki insanın evvela kendisini bilmesi gerekir. Peki kendini bilmezsen ne olur? O sorunun cevabı Yunus Emre’de var.
Yunus der ki;
“İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir;
Sen kendini bilmezsen,
Ya nice okumaktı. ”
Yani o ilim sana “seni” bildirmiyorsa; peki hangi “seni”,
Beni bende demen, bendedeğilem Bir ben vardır bende, benden içeri.
Şeriat, tarikat yoldur varana, Marifet hakikat andan içeru.
İşte benden içerideki o “beni” bilme. O ilimle bilinmez sevgili canlar. O ne ile bilinir biliyor musunuz; ilim ile beraber irfan ile bilinir. Ne olacak o zaman? O zaman biz şunu göreceğiz; “men arefe nefsehufekad arefe rabbehu”. Her kim ki önce nefsini bilir; ondan sonra ancak yaradan Rabbi’ni bilir. Kendisini bilmiyorsa eğer; o zaman Rabbi’ni bilmesi de imkânsızdır.
Ama bakın, “men alleme nefsehu” yani ilim cihetiyle bunu söylemiyor. “Men arefe” diyor irfan ciheti ile bunu söylüyor. Sevgili canlar muhabbetin burası, böyle dikkat çekici bir şekilde can kulağıyla dinlenmesi gerekir. O da şudur; irfanla Arif olarak ancak kendi varlığımızın farkına varabiliriz. İlim bu noktada tek başına bize yetmez. Buna bir de irfanı eklemek suretiyle ilim ile irfanı cem ederek, zahir ile batını cem ederek, madde ile manayı cem ederek, ten ile canı cem ederek ancak biz sırrı hakikate ulaşabiliriz. Sırrı hakikate ulaştığımızda da işte insan dediğimiz varlığın hem biyolojik bir varlık olması hem de Hakkın ruhunu üflediği bir varlık olması ancak bu şekilde farkına varabiliriz.
O zaman biz ne yapalım biliyor musunuz? Birinci soru şu olsun o zaman: Peki mademki insan evvel kendini bilmesi lazım ki ondan sonra Rabbini bilsin o zaman birinci soru şu: Peki biz kimiz? Biz kim olduğumuzu bileceğiz ki sevgili canlar ondan sonra da etrafımızdaki eşyanın hakikatini ancak o zaman öğrenebiliriz. Peki bizim kim olduğumuzu kim bilecek? Elbette ki bu yolun ve bu erkânın pirleri, mürşitleri, aşıkları, sadıkları bilecekler. Başka kim bilecek? Bir de onlara soralım o zaman. Evvela ilk sorumuz Ruhi Baba’ya olsun. Ruhi Baba’ya diyelim ki; Ruhi Babam biz kimiz? O da bize cevap veriyor, diyor ki:
Vahdet badesiyle mestiz ezelden.
Elest kadehinden tadanlardanız.
Nur alır gözümüz her bir güzelden… Arıyız bala bal katanlardanız.
Harabat mülkünün Sultanı olduk,
Melanet ufkunun tabanı olduk,
Öyle bir hayranı olduk didarın… Üryan eşiğinde yatanlardanız.
Hey ruhi aşk olsun bu irfanına,
Neşeler yağdıran Cem meydanına, Münkirin yobazın paslı canına, Kantarlı kütükler atanlardanız.
Biz kimiz biliyor musunuz? Biz vahdet badesiyle ezelden mest olup elest kadehinden tadanlardanız. Peki bu ne demek? Bunu nasıl anlayacağız? Önce Dertli’ye bir soru soralım, sonra ikisini beraber cem edelim. Öyle cevaplamaya çalışalım. Dertli’ye soralım, diyelim ki; biz kimiz? Dertli diyor:
Hitab-ı eleste bezmi ezelde.
Sadakatle ikrar verenlerdeniz.
Gönül gezdirmeyiz gayri güzelde. Biz Cemalullahı görenlerdeniz.
Bir kün emri ile halk oldu Dünya,
Bu kadar mevcudat bu kadar eşya…
Varlığın bahşettiği Cenabı Mevla. Adem’in şekline girenlerdeniz.
Bin türlü dert ile bezet Dertliyi.
Gerek kısalt gerek uzat Dertliyi.
Bab-ı velayette gözet Dertliyi.
Yabancı değiliz erenlerdeniz.
Ne diyor Dertli? Diyor ki; “Biz hitabı eleste, bezmi ezelde sadakatle ikrar verenlerdeniz.” Dertli, bize bir zaman ve bir mekândan bahsediyor. Zaman ne? Bezm-i Ezel. Peki bize hitap ne? Hitap da şu; Bize Cenabı Hakk “Elestü bi rabbiküm” yani “ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusunu soruyor ve biz de ona “bela” cevabını veriyoruz. “Evet” diyoruz “sen bizim Rabbimizsin”. İşte biz buna sevgili canlar “Bezm-i Ezel” diyoruz. Cenabı Hakk’ın sorduğu soruya da “Hitab-ı Elest” diyoruz.
Bize soru soruyor Cenab-ı Hak diyor ki; “ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Biz de “evet” diyoruz “sen bizim Rabbimizsin.” İşte Dertli diyor ki; “hitabı eleste, bezmi ezelde sadakatle ikrar verenlerdeniz.” Demek ki sevgili canlar biz Cenabı Hakk’ın bize sorduğu soruya sadakatle ikrar vermişiz. Demişiz ki “evet sen bizim Rabbimizsin”. Bundan dolayı biz bu yolda ikrarımızı verdiğimiz için “Gönül gezdirmeyiz gayrı güzelde”. Dünya’nın güzellikleri, ahiretin güzellikleri, cennetin güzellikleri, köşkleri, sarayları, altlarından akan ırmakları, bal ırmakları, süt ırmakları, çeşit çeşit meyveleri, şunları bunları. “Biz gönül gezdirmeyiz gayrı güzelde” çünkü “Cemalullahı görenlerdeniz”. Demek ki sevgili canlar önce biz kim olduğumuzu bilmemiz lazım. Nasıl bir değere sahip olduğumuzu bilmemiz lazım. Nasıl bir ikrar vermişiz? Nerede ikrar vermişiz? Kime ikrar vermişiz? Bunu bilmemiz lazım. Bunu bilmezsek, burada bulunduğumuzun farkına varamayız. Buranın neresi olduğunu anlayamayız. Niçin buraya geldiğimizi anlayamayız. Burada ne yapacağımızı anlayamayız. Hiçbir şey anlayamayız. Öyleyse o zaman biz kimmişiz sevgili canlar? Biz, bezmi ezelde, Cenab-ı Hakka ondan gayrısına kulluk yapmayacağımıza dair söz vermişiz.
Pir Sultan Abdal pirimiz öyle söylüyor, diyor ki;
Viran bahçelerde bülbül öter mi?
Gönül eğlencesi gül olmayınca.
Merhemsiz yaraları unar biter mi?
Bir gerçek veliden el olmayınca.
Nefse uyan Hakka uymuş değildir.
Gaziler namazını kılmış değildir.
Bu gezen abdallar derviş değildir. Arkasında hırka şal olmayınca.
Demek ki biz Hakk’a ikrar vermişiz. Hakk’a uyacağız. Nefse uymayacağız ve biz o verdiğimiz ikrarın arkasında sadakatle duracağız.
Peki biz ne demişiz sevgili canlar onun cevabı da Şah Hatayi pirimizde. Diyor ki;
Sofu mezhebimin nesin sorarsın?
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz.
Gözlüye gizli yol ya sen ne dersin. Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz.
Biz “Cenabı Ahmet Muhammed Mustafa ve onun kardeşi vekili ve veziri olan İmam Ali el Murtaza” demişiz. Biz bunlara ikrar vermişiz. Bunlara “beli” demişiz. Onların kurdukları yol ve Erkan’ın arkasında yürüyeceğimize söz vermişiz. AhduPeymanımızı -bu konuda bezmi eleste vermiş olduğumuz sözü şu Dünya’da bize verilen ömür sermayesi çerçevesinde elimizden geldiği kadar yapmaya çalışmışız. Pir Sultan Abdal Pirimizde Şah Hatayi’den daha sonra geldiği halde o da onun söylediği sözün aynısını söylemiş.
Ey yezit bizlerde kıl u kal olmaz.
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz. Tarikat ehline mezhep sorulmaz.
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz.
Eğnimize kırmızılar giyeriz.
Halimizce, her manadan duyarız.
İmam Caferi mezhebine uyarız.
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz.
Şimdi sevgili canlar, demek ki bizim kim olduğumuz belli. Biz kimiz? Biz hitabı eleste Cenabı Hakk’ın bize sorduğu “ben sizin Rabbiniz değil miyim” sorusuna sadakatle ikrar verip “Bela” demişiz. Cenabı Hak bizi bu cihana göndermiş. Cenabı Muhammed Mustafa ve Aliyel Murtaza’ya ikrar vermişiz. Onlara biat etmişiz, onlara bağlanmışız, onları bir mürşit olarak kabul etmişiz, onların kurduğu yol ve erkânda yürümüşüz. Biz Muhammed Mustafa’dan Aliyel
Murtaza’dan gayrısını dememeye söz vermişiz. Demek ki biz buymuşuz.
